İçeriğe geç

Gulyabani kitabı roman mı ?

Gulyabani Kitabı Roman mı? Gerçeklik, İnanç ve İnsan Üzerine Felsefi Bir Okuma

Bir Filozofun Girişi: Korkunun Anlamını Aramak

Bir filozof için her metin, yalnızca bir anlatı değil, varoluşun bir yankısıdır. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Gulyabani” adlı eseri de bu yankılardan biridir. Peki, “Gulyabani kitabı roman mı?” sorusu gerçekten yalnızca türsel bir merak mı, yoksa bilginin, inancın ve insanın doğasına dair daha derin bir sorgulamanın kapısı mı?

Bu soruyu yüzeyde yanıtlamak kolaydır: Evet, “Gulyabani” bir romandır.

Ama felsefi düzlemde mesele farklıdır. Çünkü “roman” burada bir tür değil, bir düşünme biçimidir. Gulyabani, yalnızca bir hikâye anlatmaz; insanın korkularına, batıl inançlarına, akıl ile inanç arasındaki çatışmasına ışık tutar. Bu yönüyle o, epistemolojik (bilgiyle ilgili), etik (değerlerle ilgili) ve ontolojik (varlıkla ilgili) sorularla örülmüş bir felsefi metindir.

Epistemoloji Perspektifi: Bilgi, İnanç ve Batıl Arasındaki Çizgi

Epistemoloji, yani bilginin doğasını inceleyen felsefe dalı, “Gulyabani”yi anlamanın merkezindedir.

Romanda karakterlerin yaşadığı korku, aslında bilinmeyene karşı duyulan cehalet korkusudur. İnsan bilmediği şeyi şeytanlaştırır, anlamadığı gücü “görünmez varlıklar”la açıklar.

Hüseyin Rahmi, 20. yüzyılın başında Osmanlı toplumunda hâlâ güçlü olan hurafeleri, rasyonel aklın ışığında eleştirmiştir. Bu yüzden Gulyabani, bilgiye karşı inancın, akla karşı dogmanın çatışmasını temsil eder.

Epistemolojik olarak roman, şu soruyu sordurur: “Bilginin sınırı nerede biter, inanç nerede başlar?”

Bu soru bugün de geçerlidir. Modern toplum, teknolojiyle donanmış olsa da hâlâ kendi “Gulyabani”lerini üretmektedir — komplo teorileri, yanlış bilgi, manipülasyonlar. İnsan aklı, korkunun gölgesinde kalmaya meyillidir.

Ontolojik Boyut: Gulyabani Var mıydı, Yoksa Biz mi Yarattık?

Ontoloji, yani “varlığın doğası” üzerine düşünmek, bu eseri yalnızca bir roman değil, bir felsefi deney haline getirir.

“Gulyabani var mıydı?” sorusu, aslında “gerçeklik nedir?” sorusunun başka bir biçimidir.

Romandaki karakterlerin yaşadığı korkular, toplumsal olarak inşa edilmiş bir gerçeğin ürünüdür.

Burada ontolojik yanılsama devreye girer:

İnsan zihni, inanmak istediği şeyi gerçek kabul eder. Gulyabani, dışsal bir varlık değil, içsel bir korkunun sembolüdür. Bu açıdan bakıldığında roman, varlık ve algı arasındaki farkı inceler.

Bu durum, Platon’un mağara alegorisini hatırlatır. Gulyabani’nin varlığı da o gölgeler gibidir: insanlar duvarda gördükleri gölgeye inanır, ama gerçeklik o gölgenin ötesindedir.

Belki de asıl soru şudur: “Gerçeklik, yalnızca gördüklerimizden mi ibaret, yoksa görmek istediklerimiz mi onu yaratıyor?”

Etik Boyut: Korkunun Ahlakı

Etik açıdan “Gulyabani”, yalnızca bir batıl inanç eleştirisi değildir; aynı zamanda korku yoluyla insanın nasıl manipüle edildiğini gösterir.

Romandaki sahte dervişler, halkın inancını kullanarak çıkar sağlar.

Bu, ahlaki bir çöküştür — bilginin yerini korku, doğruluğun yerini çıkar almıştır.

Bu noktada Hüseyin Rahmi’nin etik tavrı açıktır:

Toplumun kurtuluşu, korkudan değil, bilinçten geçer.

Bu, aydınlanmacı bir bakıştır ama aynı zamanda bir etik sorumluluk çağrısıdır.

Çünkü ahlaki bir toplum, korkuya değil, bilgiye dayanır.

Etik bağlamda şu soruyla karşılaşırız: “Bir toplum, kendi yarattığı hayaletlerle yüzleşmeden ahlaki olabilir mi?”

Bu, sadece Gulyabani’nin değil, modern dünyanın da sorusudur.

Roman mı, Felsefi Alegori mi?

“Gulyabani kitabı roman mı?” sorusu burada tekrar karşımıza çıkar.

Evet, biçimsel olarak bir romandır; karakterleri, olay örgüsü ve temasıyla edebi bir eserdir.

Ama içerik açısından, felsefi bir alegoridir. Çünkü her olay, insanın iç dünyasındaki bir çatışmayı sembolize eder.

Gulyabani, irrasyonel korkunun ve bilinçsizliğin sembolüdür.

Romanın kahramanları, bireyin cehaletle savaşını temsil eder.

Bu yüzden eser, edebiyatla felsefe arasında bir köprü kurar — tıpkı Dostoyevski’nin suç ve vicdanı, Camus’nün varoluşu sorguladığı gibi.

Sonuç: Gulyabani Bir Roman Değil, Bir Ayna

Sonuçta “Gulyabani kitabı roman mı?” sorusu bizi tür tartışmasından öteye taşır.

Evet, Gulyabani bir romandır — ama aynı zamanda bir düşünce deneyidir.

O, insanın korkularıyla yüzleşme cesaretini, bilginin ahlaki gücünü ve gerçekliğin kırılgan doğasını anlatır.

Gürpınar’ın satırlarında yalnızca bir hikâye değil, bir uyarı vardır: “Korkularına inanan toplum, onları gerçek kılar.”

Bu nedenle Gulyabani, sadece bir roman olarak okunmamalı; insan aklının ve kalbinin tarihine yazılmış bir felsefi metin olarak değerlendirilmelidir.

Ve belki de en anlamlı soru şudur: “Gulyabani gerçekten roman mı, yoksa hepimizin içinde yaşayan bir düşünce mi?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mecidiyeköy escort
Sitemap
https://ilbet.casino/splash